Birleşmiş Milletler Genel Merkezinde Genel Sekreter Guterres’in ev sahipliğinde yapılan liderler görüşmesi sonrası, BM memuru Eide’nin tekrar oyuna girmesiyle yeni bir Cenevre tarihi ortaya atıldı: 28 Haziran 2017. Büyük anlamlar yüklenen Mont Pelerin görüşmeleri ve sonrasında garantör ülkelerin katılımıyla Cenevre görüşmeleri konferans niteliğinde gerçekleşti. Ha oldu ha olacak niteliğinde gerçekleşen görüşmeler, Güney Kıbrıs’ta yaklaşan seçimler için argüman olmaktan öteye gidemedi. Geçmiş yazılarda da belirttiğim gibi Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Mustafa Akıncı’nın basın açıklamalarında tarihlere yüklediği anlamlar, gelinen son noktada anlaşılmaz bir hal aldı. Şimdi yeniden büyük harflerle tarih yazılacak bir havayla söylenen siyasi söylemleri manşetlerde ve basın açıklamalarında okumaktayız.
***
Siyasilerden alışık olduğumuz seçim zamanlarında, Kıbrıs görüşmeleri öncesi ve sonrası yapılan siyasi söylem ve lakırdılara siyasiler dışı kimliklerde eklenerek duymaya devam etmekteyiz. Cumhurbaşkanlığı Müsteşarı Gürdal Hüdaoğlu, Cenevre görüşmeleri için yaptığı konuşmada “Biz Cenevre’ye A Planı olan iki kurucu devlete ve siyasi eşitliğe dayalı, iki bölgeli federal çözüm için gidiyoruz. Cenevre’de siyasi irade sergilenecek. 50 yıl daha müzakereye devam edilemez.” şeklindeki açıklamasıyla müzakere öncesi ve sonrası yapılan lakırdılar kervanına katılmıştır. Duyulduğunda kulağa hoş gelen iddialı söylemler güzeldir. Yarım asırdır süren sorunun tarafı olan Kuzey Kıbrıs’ta böyle kararlı söylemler çıkması da güzeldir. Fakat her seferinde bu söylemler sonrasında başka bir söylem ve tarihle sorunu çözüyormuş gibi müzakerelere uzatmak ve sürdürmek anlamsızdır. Kamuoyunda ve devlette anlamları karşılıkları olan kişilerin büyük sözler sonrası tekrar başa dönmesi kişi ve kurumları anlamsızlaştırmakta ve süreçte sorunu önemsizleştirmektedir.
***
Kuzey Kıbrıs müzakere heyeti, New York görüşmesindeki tavrı ve sergilediği tutumla her platformdaki söylemleriyle her şart altında çözüm masasında olacaklarını ispatlamıştır. Fakat gelinen ve görünen o ki, Kuzey Kıbrıs’ta askeri tatbikatlar bile müzakere sürecindeki barış ve çözüm havası bozulmasın diye yapılmamaktadır. Buna karşılık da Güney Kıbrıs’ta İsrail özel kuvvetlerinin katılımıyla muharebe tatbikatları yapılmaktadır. Sıfır noktası kadar önemli olan son Cenevre görüşmeleri öncesi yapılan bu ‘muharebe’ tatbikatı, çözüme mi yoksa çözümsüzlük sonrası olası gerginliğe mi hazırlıktır?
***
Gelinen son noktada BM memuru Eide’nin hazırlayacağı belgeyle Türk tarafı yeni bir Cenevre seyahatine gitmeye hazır olmasının yanında, Rum tarafından son günlerde gelen garanti ve güvenliklerle ilgili açıklamalarda sanki onların bu seyahate çok da hazır olmadıkları inancı oluşmaya başlamıştır. KKTC Cumhurbaşkanlığı personeli tarafından yapılan açıklamalarla ya çözüm ya da ayrılık söylemi ortadadır. Sıfır noktası olan 28 Haziran Cenevre görüşmeleri ifade edildiği gibi son ya da bizim anladığımız anlamda ‘federal çözümün’ ilk başlangıcı olmalıdır.