Geçtiğimiz ayki yazımda Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarından itibaren dış politikasını düşence ve tarihsel bakış üzerinden anlatmak istemiştim. Geldiğimiz nokta itibariyle siyasi coğrafyanın verdiği zorluklar, tarihsel bağlarımız ve uluslararası hukuka dayanan haklarımızdan dolayı yeni dış politika yaklaşımımızın ‘Yurtta Barış, Dünyada Barış’tan ‘Bir gece ansızın gelebiliriz.’ mantığına dönüştüğünü anlatmıştım.
Necip Fazıl Kısakürek’in ‘kader denk noktası’ diye betimlediği insan yaşamı için kırılma, kazanma ve kaybetme anlarının olduğu zamanlar vardır. Kaderimiz olan coğrafyada devletimizle birlikte milletimiz de kader denk noktasından geçmektedir. Bu geçiş, ülke ve millet olarak kaderimizi yakinen etkileyecek bir süreçtir. Devlet büyüklerimizin tabir ettiği gibi var olup yok olma dönemindeyiz. Kurtuluş Savaşı ve mücadele tarihimizde Anadolu coğrafyasında savaştığımız haçlı zihniyet değişik isim ve şekille yine karşımızdadır. Bu küresel modeller devlet dışı aktörler olarak cephede düzenli ordumuzdan ‘Osmanlı tokadı’ olarak son günlerde betimlediğimiz yenilgilerini tarihte olduğu gibi yine almaktadırlar.
Bu bağlamda ülkemiz ve milletimiz kırılma noktasında beka savaşı vermektedir. Cephede düzenli ordumuz, uluslararası ilişkilerde diplomatlarımız, küresel ekonomik cephede yerli ve milli maliyecilerimiz ‘yeni kapı’ ruhuyla cephelerde savaşmaktadırlar.
Bu süreçte mücadele ettiğimiz alanın içinde boğulmadan büyük fotoğrafı ufuk ötesi bir bakışla yorumlamak tahmini gelebilecek oyunlara karşı hazırlıklı olmak ve üç beş adım sonrasını görüp planlamak gerekmektedir.
Sürmekte olan Zeytin Dalı Harekâtı bağlamında ülkemiz siyasi coğrafyasında ülke güvenliği başta olmak üzere, siyasi etkinliğini arttırmaktadır. Sivil kayıp vermemek adına sistemli bir şekilde milli güvenliğimizi etkileyen unsurlar bertaraf edilmektedir. Akabinde devletimiz faaliyet alanlarına kamu hizmeti başta olmak üzere, bireyin yaşamı için gerekli adımları atarak tarihi bağımız olan Suriye halkına barış ve huzur götürmektedir.
Sizlerle bu bağlamada paylaşmak istediğim konu Güney sınırımızda yoğun bir çalışmamız devam ederken fırsatçı yaklaşımla Akdeniz ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde Türk karasularında Kıbrıs adasının diğer devleti olan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi hidrokarbon yataklarının tespiti ve işletilmesi işlemini tek başına yapmak istemektedir.
KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Mustafa Akıncı, göreve başladığından itibaren yürüttüğü müzakereler sırasında sıkça ifade ettiği düşünce “Kıbrıs adasının yer altı ve yer üstü zenginlikleri çözüm sonrası ortak zenginliğimiz olacaktır.” dır. Bu ifadeyle müzakere sürecinde Sayın Akıncı, Rum lider Anastasiadis’e karşı tek taraflı yürüttükleri hidrokarbon çalışmalarını eleştirmek için diplomasi diliyle yanlışı dile getirmiştir. Ne yazık ki, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Kıbrıs adasında siyasi varlık olarak kendilerinden başkasını tanımadıkları için bu diplomasi dilinden ve incelikten hiçbir anlam çıkarmamışlardır. Geçtiğimiz yıl yaz aylarında Kıbrıs Konferansı niteliğindeki görüşmelerde masayı dağıtan ve yıkan taraf olarak uluslararası sistemde çözümsüzlüğü savunan ülke olmuştur. KKTC ve garantör ülkesi Türkiye, uluslararası sistemde Annan Planı’nda olduğu gibi Kıbrıs Konferansı’nda çözümden ve iki devletli yönetimden yana olmuştur.
Türkiye’nin sınır güvenliğini sağlamak için Zeytin Dalı harekâtı ve Güney sınırındaki askerî harekâtların sürecini fırsata çevirmek isteyen Rum Yönetimi Doğu Akdeniz’de hidrokarbon yatakları için çalışmalarını hızlandırmıştır. Kıbrıs adasının jeopolitik konumundan kaynaklı kazanımları Rum yönetimi tek başına değerlendirmek istemektedir. Kıbrıs Türkünün elli yıla yakındır gasp ettiği haklarını enerji ve doğal zenginlikleri üzerinden de devam etmek istemektedir.
Rum Yönetiminin bu çalışmalarına karşılık Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, 11 Şubat 2018 tarihli GKRY’nin Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon faaliyetleri hakkındaki basın açıklamasında “Doğu Akdeniz’de kendi kıta sahanlığımızdaki hak ve menfaatlerimizi korumaya devam edeceğimiz gibi Kıbrıs Türk tarafına verdiğimiz destek çerçevesinde KKTC ile birlikte gerekli adımları atmaya da kararlıyız. Bunun sonucunda ortaya çıkabilecek durumun tek sorumlusu ise, Kıbrıs’ta adil ve kalıcı bir kapsamlı çözümün tesisi için çaba sarf edeceği yere adanın yegâne sahibi gibi davranmaktan vazgeçmeyerek ısrarla tek taraflı hidrokarbon faaliyetlerine devam eden Kıbrıs Rum tarafı olacaktır.” demiştir. Bu açıklamasıyla Türk dış politikası yapıcılarının kararlılığı ortadadır. Kıbrıs Rum yönetimi ve siyasi aktörleri bu açıklamayı iyi okumalıdırlar.
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan “Kıbrıs açıklarında faaliyet gösteren yabancı şirketlere, Rum tarafına güvenerek hadlerini ve güçlerini aşan işlere alet olmamalarını tavsiye ediyoruz.” demiştir. Sayın Erdoğan konuşmasının devamında “Kıbrıs açıklarındaki doğalgaz arama ve Ege’deki kayalıklarla ilgili fırsatçı girişimlerin dikkatlerden kaçmadığını belirterek, yanlış hesap yapanların senaryolarını nasıl ‘Fırat Kalkanı’, ‘Zeytin Dalı’ operasyonuyla çok yakında Münbiç’te ve diğer bölgelerde atacağımız adımlarla bozuyorsak, onların hesabını da bozarız ve bozacağız.” demiştir. Ayrıca Sayın Erdoğan, “Türkiye tarihten, anlaşmalardan ve uluslararası hukuktan gelen haklarının sonuna kadar takipçisidir ve takipçisi olacaktır. Bizim için Afrin neyse Ege’deki, Kıbrıs’taki haklarımız da odur.” demiştir.
Özetlemeye çalıştığım Doğu Akdeniz ve Orta Doğu enerji savaşları ve güç dengesinin oluşmasında Kıbrıs adası ve hidrokarbon yatakları çok önemlidir. Türkiye Cumhuriyeti devleti güçlü ve büyük bir devlettir. Bu zor günlerde ülke sathımız da milli birlik ve bütünlüğümüz sağlanmıştır. Mazlum milletlerin umut gördüğü, ülkemiz siyasi coğrafyasındaki pozisyonu ve tarihsel bağlarının sorumluluğuyla bölgesinde güçlenmeye devam edecektir.
Ülkemizin bu zor günlerini fırsata çevirmek isteyen içteki ve dıştaki devlet dışı aktörlere “Rüzgâr eken, fırtına biçer.” diyelim.
Kitap: Bu ayki kitap önerimde Prof. Dr. Deniz Ülkearıboğan’ın “Büyük Resmi Görmek” isimli eseri var. İyi okumalar.