Türkiye Cumhuriyeti Devleti siyasi sınırları ve tarihsel coğrafyası bakımından zamanın her anında jeopolitik yönden sorunlu ve meşakkatli bir alanda barış ve huzur tahsis eden devlet olmuştur.
I. Dünya Savaşı sonrası Osmanlı Devleti yıkılma ve işgal altında kalan bir çöküş dönemi yaşamıştır. Bu zor günlerde Osmanlı devletinin yetiştirdiği son subaylar Osmanlı İmparatorluğu’nun her cephesinde verdikleri savaş ve mücadelenin kazandırdığı tecrübe ve bilgiyle imparatorluğun Anadolu coğrafyasındaki kısmından Batı medeniyetini kendine hedef seçerek bir Türk Devleti çıkarmışlardır. Kurtuluş ve kuruluşun başkumandanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk öncülüğünde Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuştur.
Başkenti Ankara olan Türkiye’nin 1923’ten itibaren izlediği dış politikanın ana hedefi Batı olmuştur. Bu Batı dış politikası zaruret ve dönemin jeo-stratejik durumundan kaynaklanmıştır. Bunda güvenlik ve bilim merkezli modernleşme düşüncesi etkili olmuştur. Okumuş neslini cephelerde bırakmış, yeniden imar bekleyen bir Anadolu ve genç Cumhuriyet olması yüzünü Batıya dönmesine ana sebeptir. Türkiye’nin Akdeniz’e inmek isteyen Sovyetler Birliği’nin yayılmacı politikasına karşı durabilmek için Batı yanlısı dış politikayı benimsemiştir.
II. Dünya Savaşı Dönemi Dış Politika
Kurtuluşun ve kuruluşun ilelebet başkumandanı Mustafa Kemal Atatürk, 10 Kasım 1938’de vefat ettiğinde Avrupa, önemli siyasi çalkantılarla II. Dünya Savaşı’nın eşiğinde bulunuyordu.
Almanya, Versay Antlaşması’nı yırtmış, Milletler Cemiyeti’nden çekilmiş, Avrupa’da Almanların yaşadığı yerleri kendine bağlamıştır. “Büyük Roma” idealiyle genişleme politikası güden İtalya ve Japonya’yla bir ittifak yapmıştır. Avrupa’da barış cephesi olarak bilinen Fransa ve İngiltere karşısında Almanya ve İtalya üstünlüklerini ortaya koymuşlardır.
Almanya ve İtalya’nın bu çalışması başlarda Türkiye’yi ve dış politikasını etkilememiştir; fakat Almanya Çekoslovakya’yı işgal ederek “hayat sahası” politikasına başlamasının ardından İtalya’nın 7 Nisan 1939’da Arnavutluk’u işgal ederek Balkanlarda bir köprübaşı elde etmesi Türkiye’nin güvenlik endişelerini doruk noktasına çıkarmıştır.
Arnavutluk’un işgali, Türk Dış Politikasındaki “askeri bloklardan uzak kalma ve tarafsızlık” ilkesini gözden geçirmesini zorunlu kılmıştır. Türkiye, Batı ile Sovyetler arasında dengeli bir politika gütme çalışması yürütmüştür. Nitekim Almanya ve Sovyetler’in “Saldırmazlık Paktı” imzalaması Türkiye’de büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştır.
19 Ekim 1939 tarihinde Türkiye, İngiltere ve Fransa ile üçlü ittifak antlaşmasını imzalayarak II. Dünya Savaşı’nın başlarından itibaren Batı ile kader birlikteliği yapmıştır.
II. Dünya Savaşı’nda siyasi coğrafyasının öneminden dolayı müttefik ve mihver devletler Türkiye’yi kendi yanlarında savaşa sokabilmek için yoğun baskılar yapmışlardır. Savaşan tarafların baskıları karşısında Fransa ve İngiltere ittifakına rağmen Türkiye’nin politikası toprak bütünlüğünü korumak, bağımsızlığından hiçbir taviz vermemek ve savaşan devletler arasında denge dış politikası yaparak konumunu korumak olmuştur. Bu çok yönlü dış politika yaklaşımı Türkiye’nin savaş dışı kalmasını sağlamıştır.
Soğuk Savaş Dönemi Dış Politika
II. Dünya Savaşı sonrası uluslararası sistem köklü bir şekilde değişime uğramıştır. Dünya iki kutuplu olmuş, Sovyetler ve ABD tarafı olarak ikiye bölünmüştür. Bu dönemde Batı ve Doğu bloğu soğuk savaş politikası ve argümanlarıyla mücadelelerini yürütmüşlerdir. Bu süreç Türk Dış Politikasının da yeniden düzenlenmesine sebep olmuştur. Avrupa’daki siyasi boşluktan yararlanan Sovyetler Birliği, Türkiye üzerinde boğazlar ve üs isteklerine kadar giden baskılar kurmuştur. Bu süreçte batı ülkeleri doğu bloğuna karşı (Varşova Paktı) kısa adı NATO olan Kuzey Atlantik İttifakı’nı kurmuşlardır. Bu sürede Türkiye Truman Doktrini ve Marshall Planı çerçevesinde ABD’nin desteğini almıştır. Bu desteğin karşılıklı bir ittifaka dayanmaması yüzünden Türkiye güvenlik endişelerini giderememiştir. Bu sebeple NATO’nun kuruluşundan itibaren üye olmak için gayret göstermiştir.
Türk siyasi yaşamı çok partili sisteme geçtikten sonra 14 Mayıs 1950 seçimlerinde Demokrat Parti iktidara gelmiştir. DP’nin batı ekonomik politikalarını benimsemesi Türkiye’nin batı yanlısı politikasını güçlendirmiştir. Türkiye’yi NATO üyesi yapmayı zorunlu gören DP, Kore Savaşı’nı büyük bir fırsata dönüştürmüş ve asker göndermiştir. Bu hamle sonrası ABD’nin NATO üyeliği bağlamında Türkiye’ye bakışı değişmiş ve Batı gözünden Türkiye’nin stratejik önemi artmıştır. Bu önem sonrası Türkiye 1952 yılında NATO üyesi olmuştur.
Bu bağlamda Türkiye’nin 1923 sonrası dönemde dış politikası, genel olarak Batı yönlü ve “Yurtta barış, dünyada barış” mantığı üzerine kurulmuştur. Zaman ve şartlara göre de 20 Temmuz 1974’te olduğu gibi “Bir gece ansızın gelebiliriz.” mantığı dış politikamızda yer bulmuştur.
Kıbrıs Harekâtı
20 Temmuz 1974 günü Kıbrıs Türk halkının refah ve huzuru için Türk Silahlı Kuvvetleri “Mutlu Barış Harekâtı” ismiyle Kıbrıs’a hava, deniz ve kara birliklerinin müşterek gerçekleştirdiği genç Cumhuriyetin en önemli çıkartmasını yapmışlardır. 1960’lardan itibaren zulüm gören Kıbrıs Türkü’nün ‘bir gece ansızın gelebilirler’ umutları 20 Temmuz 1974 sabahı gerçek olmuştur.
1974 öncesi Türkiye Cumhuriyeti’nin soydaşlarını korumak kollamak adına Kıbrıs Adası’nda faaliyetleri olmuştur. Rum çetelerinin silahlı eylemlerini önlemek için Türkiye, 2 Haziran 1964’te Kıbrıs’a çıkarma yapma kararını açıklamıştır. Bu karar sonrası, ABD Başkanı Johnson imzalı tarihe “Johnson Mektubu” ismiyle geçen aba altından sopa gösteren mektup, Türkiye Başbakanı İnönü’ye gönderilmiştir. Başbakan İsmet İnönü de mektuba cevaben “Yeni bir dünya düzeni kurulur, o düzende Türkiye yerini alır.” diyerek Türkiye’nin yeni dış politika anlayışındaki kararlılığını ortaya koymuştur. Johnson Mektubu sonrası Türkiye ABD ve Batıyla olan ilişkilerini yeniden düzenlemiştir.
Afrika’nın Kapısı: Sevakin Adası
Türk dış politikasının evrilişi, Cumhuriyet’in ilk yıllarından, II. Dünya Savaşı’na kadar gelen sürede, soğuk savaş süreci ve sonrasında Kıbrıs Çıkarması aşamasında, dış temsilciliklerimize Ermeni terör örgütü ASALA saldırıları ve PKK terör örgütüyle mücadele edişi ve akabinde günümüze kadar gelen zaman diliminde “Yurtta barış, dünyada barış” zihniyetinden “Bir gece ansızın gelebiliriz.” olmuştur. Bu dönüşüm sırasında devlet organlarının Türk dış politikasına büyük katkıları olmuştur. TİKA, Kızılay, AFAT, THY ve son zamanlarda Yunus Emre Vakfı’nın da uluslararası oyuna girmesiyle bu kuruluşlar Türkiye’nin ulaştığı başta tarihi sorumluluğu olan topraklara büyük hizmetler yapmıştır. Tarihsel bağ, stratejik ortak, destek bekleyen dostlar üzerinde bu kurumlarımız ve dış işlerimizde etkili olmuştur. Devlet organlarının yurt dışı faaliyetlerinde karşılık bulması reel politikada ülkemize büyük itibar ve dost kazandırmaktadır. Bunlara yakın tarihli örnek verecek olursak Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın Sudan ziyareti sırasında Devlet Başkanı Ömer El Beşir de Sudan’ın kuzey doğusundaki Kızıldeniz kıyısında liman kenti olan Sevakin Adası’nı istemesi ve olumlu yanıt alması Kızıldeniz’in Türkiye’nin tekrar iç denizi olması yolunda çok büyük ve önemli bir adımdır. Türkiye ada üzerindeki yapıların tamiri ve onarımı sonrası Sudan ve ülkemizin menfaati doğrultusunda ilgili alanla Kızıldeniz’i kontrol altında tutacaktır.
Kudüs Duruşu
Türk Dış Politikası’nın kararlı ve şahin bir politikaya sahip olduğunun son zamanlardaki göstergesi de ABD Başkanı Trump’ın büyükelçiliklerini Kudüs’e taşıma kararına alınan sert tavırdır. İslam İş Birliği Teşkilatı dönem başkanı Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan teşkilat üyelerini İstanbul’da acil toplantıya çağırarak ve ciddi anlaşmazlıkları olan İran ve Suudi Arabistan’ın aynı metne imza atmasını sağlayarak üye ülkelerin tek bir ağızdan ABD’yi kınamasına aracı olmuş ve dış politikada ciddi bir mesaj vermiştir.
Güney komşumuz Suriye
Suriye iç siyasi gelişmelerine paramiliter grupların dahil olmasıyla güney sınırımız ülkemize terör geçişlerinin yapıldığı bir hal almıştır. Türkiye milli güvenliği ve beka sorunu sebebiyle “hendekten kaçan PKK’lıların” düzenli bir şekilde yaşamlarını devam ettirdiği Suriye’nin kuzey sınırı ve hattına Fırat Kalkanı Operasyonu düzenleyerek terör gruplarını etkisiz hale getirmiş ve Suriyeli komşularımız için Türkiye kamu hizmeti vererek yerleşik şehir yaşamını devam etmelerini sağlamıştır. Fırat Kalkanı Operasyonu’yla IŞİD tehdidini ve PKK – YPG güçlerini sınırlarımızdan uzak tutmuştur. İdlip bölgesinde de gözlem noktaları oluşturarak Afrin hazırlıklarını tamamlamıştır.
Zeytin Dalı Operasyonu
Fırat Kalkanı sonrası Cerablus, El Bab ve Dabık milli güvenliğimiz için güvenli bölge konumuna getirilmiştir. Bu bölgeyle İdlip’in arasında kalan bölge de Afrin’dir. Afrin bölgesi hendekten kovulan PKK’ların yerleştiği bir bölge olmuştur. Milli güvenliğimizi tehdit eden bir haldedir. NATO’da müttefikimiz ABD’nin bu bölgedeki PKK PYD güçlerini silahlandırma ve sınır güvenlik hattı olarak teşkilatlandırma söylemi, uluslararası ilişkiler uzmanları tarafında 1964’teki “Johnson Mektubu”na benzetilmiştir. Milli güvenliğimiz ve devlet bekamız için Afrin Harekâtı olmazsa olmazımız olmuştur. Yeni dış politikamıza en güncel örnekte de ABD’ye rağmen Türkiye, devlet politikasını uygulamıştır.
Coğrafyanın artıları ve eskileri dış politikamızı ve devletimizi şahin politikalara yöneltmiştir. Genç ve güçlü nüfusumuzun verdiği enerjiyle güçlü ordumuz dış politikamızın arkasındaki en güçlü destektir.
İbn-i Haldun’un dediği gibi “Coğrafya kaderdir.”. Türkiye Cumhuriyeti devleti başta siyasi sınırları sonrasında tarihsel sınırlarını her şart altında korumak ve kollamak için yeni dış politikalar geliştirmektedir.
Türkiye bizim çocuk olmaktan 15 Temmuz gecesi çıkmıştır. Birilerinin gayri meşru çocuklarının sonu Anadolu coğrafyasında gelmiştir. Zaman, sakalımızı tıraşlayanın kolunu kesme zamanıdır.
Kitap: Hüseyin Nihal Atsız’ın “Bozkurtların Dirilişi” kitabını okumanızı tavsiye ediyorum.