Kıbrıs sorunu ve müzakere süreci üzerine gündemi takip eden yazan/çizen okuyan tüm gazeteciler, köşe yazarları gibi ben de bu sorun üzerine bir hayli yazı kaleme aldım. Yaşamını gazetecilik mesleğinden kazananların “gazeteci” kimliğini ve sıfatını taşımasını isterim. Ben satırlarda yazdığım köşe yazarı kimliğimle konuyu irdeledim ve sıkça da yazdım. Kıbrıs sorunu ve görüşmeleri iki devletin müzakere heyetleri arasında Cumhurbaşkanları düzeyinde ve ilgili bürokrat ve teknogratların desteğiyle Birleşmiş Milletler koordinesinde, dönem dönem garantör ülkelerin de katılımıyla sürmekte ve yapılmaktadır.
***
Bu metotla konuya baktığımızda resmi olarak iki taraf vardır: Güney Kıbrıs halkı adına liderleri Anastasiadies ve yetkili memurları, Kuzey Kıbrıs halkı adına da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Mustafa Akıncı ve ilgili memurları. Görüşmeler iki yetkilendirilmiş kamu tüzel kişilikleri tarafından yapılmaktadır. Bu şekilde müzakere süreci Sayın Akıncı’nın göreve gelmesiyle basına çözüm rüyalarıyla servis edilmiş ve bugüne kadar başarılı/başarısız bir şekilde sürmektedir. Bu süreçte yazılarımda ve TV programlarında üçüncü bir tarafın varlığından sıkça bahsettim. Bu taraf da güneyde faaliyetleri olan Kıbrıs Rum Ortodoks kilisesidir. Lideri Başpiskopos 2. Hrisostomos’tur. Kendisinin üzerine farz mıdır bilinmez ama kamuoyuna sıkça çıkıp ırkçı ve ayrılıkçı yorumlar yapmaktadır. Bunlardan sonuncusunu Rum kesiminde yayın yapan RIK kanalının radyosunda yapmıştır. Konuşmasında, “Tek bir TC kökenlinin gitmemesini kabul etmesi olumsuz bir unsurdur; çünkü 300 binden fazla Doğulu, kaba TC kökenliye sahibiz ve bunların 100 yıl sonra bile Avrupalı olması söz konusu değildir. Eğer burada kalıp her aile bir düzine çocuk yaparsa, nereye gideceğiz?” şeklindeki ifadesiyle Türkiye ve Türk milletine karşı olan nefretini dile getirmiştir. Yine konuşmasının içerisinde müzakerelere müdahil olduğunun kanıtı niteliğinde olan bir açıklaması vardır. Bu da “İyi gitmiyoruz, bununla birlikte sorumluluk diğer tarafa aittir, çünkü her şeyi istiyor.” demektedir. Son olarak da Başpiskopos Hrisostomos “Türkiye kökenli KKTC vatandaşlarının, bir çözüm olması durumunda Türkiye’ye gönderilmesi gerektiğini” söylemektedir. Bu açıklamalarıyla eski yazılarımda da yazdığım kilisenin Güney Kıbrıs’taki gerçek taraf olduğu söylemimi desteklemiştir.
***
Güney Kıbrıs lideri Anastasiadis de kilisenin etkisi altında kalmış olacak ki müzakerelerde bam teli niteliğindeki Türk askerinin varlığı üzerine, garantiler ve özgürlükler hususunda yaptığı açıklamada “askerin kalmasını, garantör güçleri ve 4 özgürlüğü kabul etmeyeceğim” demiştir. Durumu bu kadar açık ve nettir. Görünmez el niteliğindeki kilise ve başpiskoposunun durumu ortadadır. Barbaros Hayrettin Paşa gemisinin KKTC adına haklı çalışmasının içte ve güneydeki hazımsızlığı da ortadadır. Yaklaşan güney seçimleri ve siyasilerin ayrılıkçı söylemleri bellidir. Geçen haftalardaki yazılarımda da dediğim gibi Kıbrıs Türk halkı çözüm dilencisi değildir. Gasp edilen haklarının peşindedir; fakat süreç sonuca uygun değildir. Onun için Sayın Akıncı ve heyeti süreci ileri bir tarihte başlamak adına sonlandırmalıdır. Devlet aklıyla süreç değerlendirilmezse sert söylemler yerini derin yaralar bırakacak olaylara bırakacaktır.