İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

55-Taliban, 2021 – Eylül

Sonbaharın ilk ayı Eylül’den merhaba. 2021 yılının son dört ayındayız. İnsan ömrü mü kısaldı, zaman mı hızlı akıyor veyahut sosyal ve siyasal gündemimizin hızından mıdır bilinmez bir gün an gibi hızlı akıp gitmektedir. Covid-19’lu geçen mevsimler, ciğerimizi yakan orman yangınları, Karadeniz’de yaşanan sel ve giden canlar ruhumuzu ve gönlümüzü sıkmaktadır. Bunlara ilave olarak gönül coğrafyamızda yeri olan Afganistan’dan ABD’nin çekilmesi ve Taliban’ın yerleşmesiyle kadın ve çocukların içler açısı hali düşünen hisseden bireyi derinden üzmektedir. 

Kader ve coğrafyanın bir olduğunu tüm yazılarımda neredeyse hep kullanırım. Bunun için de İbn-i Haldun’un ‘coğrafya kaderdir’ sözü anahtar cümlemdir. Ortadoğu, Kafkaslar ve Asya coğrafyası insanca yaşamakla, zülüm görme arasında kalınan kader olan coğrafyadır. 

Yaşadığımız olayların ve siyaset kurumunun içerisinden halimizi, anlayamayız. Süreci okumakta zorlanır, oyun kuramaz ve edilgen olmaya devam ederiz. Bunun için de dış dünyanın coğrafyamız için okumalarını değerlendirmek ve olayları idrak da kullanmak gerekmektedir. 

Bu bahisle; İngiliz diplomat Jane Marriott vaktiyle yazdığı ve İngiliz Avam kamerasına sunduğu “Arap Dünyasında Eğitim” konulu raporu, Afganistan ve Taliban gündemi sonrası en çok konuşulan ve sosyal medyada paylaşılan metin olmuştur. Bayan Marriot’un raporunun en çarpıcı kısmı “En zeki öğrenciler tıp ve mühendislik okuyorlar. İkinci derece mezunlar ise iş idaresi ve iktisat gibi bölümleri okuyarak birinci derece mezunların yöneticisi oluyorlar. Üçüncü derece mezunlar ise siyasete yöneliyorlar ve ülkenin siyasetçileri olarak birinci ve ikinci derece mezunlara hükmediyorlar. Fakat eğitimde tamamen başarısız olanlar ise ordu ve emniyete katılarak siyaset ve iktisata tahakküm ederek onları mevkilerinden indirip isterlerse öldürüyorlar. Gerçekten dehşet verici olansa asla hiçbir okula gitmeyenler din adamı oluyorlar ve herkesin kendilerine itaat etmesini sağlıyorlar.” şeklinde betimlediği kısımdır. Günümüzde Ortadoğu ve Arap coğrafyasında yaşananları izlediğimizde diplomat hanımın raporundaki paragraf her şeyi özetlemeye yetmektedir.

Taliban

Yirmi yıl önce doğup büyüdüğü topraklardan Amerikan müdahalesiyle kovulan Taliban, Kabil başta olmak üzere Afganistan’ı üç dört gün içerisinde neredeyse hiç mermi atmadan geri almıştır. Taliban, Afganistan’ın en büyük etnik grubu olan Peştunlardan oluşan kimine göre terör grubu, kimine göreyse İslami siyasi bir aktördür. Taliban 1994 yılında Sovyetler Birliği’ne karşı ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) ve Pakistan İstihbarat Servisi’nin (ISI) desteğiyle Molla Muhammed Ömer liderliğinde kurulmuştur. Taliban kurulumu sonrası Peştun ağırlıklı Kandahar’ı ele geçirmiştir. Taliban Afganistan’da yolsuzluğu ve rüşvete karşı mücadele edeceğim mottosuyla taban bulmuş ve ilk senesinde 12 şehirde kontrolü sağlamıştır. Düşünce Kuruluşu Newlines Enstitüsü’nden Kamran Bokhari Taliban’ın güçlendiği ve zemin bulduğu süreci ifade etmek için “O zamanlar halk gerçekten kanunla düzen istiyordu ve bunların hiçbiri yoktu.” demiştir. Bu boşluğu iyi dolduran Taliban, Eylül 1996’da Kabil’e girerek yönetime el koymuştur. Sonrasında İslam Emirliği kurduğunu ilan etmiştir. Şeriata dayalı anayasal sistem yürürlüğe girerken şeriatın gündelik hayatta uygulandığını takip etmek için Emr-i bil Maruf (İyiliği Emretme) Bakanlığını kurmuştur. Taliban’ın bu uygulama ve görüşleri Radikal Selefi bir örgüt yapısına sahip olduğunu da göstermektedir. Taliban özü itibariyle dönem dönem sahibini ısırmış, kime hizmet ettiği zor anlaşılır paramiliter bir örgüttür. Taliban’ı güzel ifade eden bir başka tanımsa Benazir Bhutto’ya aittir. Bhutto’nun tanımı: ‘’İngiltere’nin fikri, Suudi Arabistan’ın maddi desteği, Amerika’nın denetimi ve Pakistan’ın terbiyesiyle ortaya çıktı’’ şeklindedir. Betimlenen haliyle Taliban ‘’tavşana kaç tazıya tut’’ şeklinde oynanan orta oyunun iyi bir figüranıdır. Şimdi hamilerinin Taliban’dan istediği Selefi ılımlı Müslüman devlet olarak Afganistan’ı idare etmesidir. Kazanan kim olacaktır. Tabi ki de Benazir Bhutto’nun tanımındaki ismi geçen siyasi teşekküller olacaktır. 

11 Eylül

ABD 11 Eylül sonrası Taliban’dan El Kaide lideri Usame bin Ladin’i istemiştir. Taliban bu isteği Ladin’in ‘misafir’ olduğu gerekçesiyle reddetmiştir. ABD istediğini alamadığından Amerikan rüyasını ‘kabusa’ döndürmek için Afganistan’da örgüte karşı duran, Abdül Reşid Dostum’un da yöneticisi olduğu Kuzey İttifakı’nın desteğiyle Taliban’a büyük darbe vurmuş ve Afganistan’dan çıkmasını sağlamıştır. Gelinen son süreçte ABD’nin Afganistan’dan görevli köpeklerini bile alarak çıkmasıyla Taliban elini kolunu sallayarak Afganistan’ı tekrar kovulana kadar ele geçirmiştir.

Mevzilenme

ABD Afganistan’ı terk ediyor gibi görünse de Barack Obama’nın başkanlığı sürecinde başlayan ve Biden döneminde olası dış politika yaklaşımı ‘mevzilenme’ stratejisini coğrafyamızda uygulamaktadır. Türk Akademisi TASAV’da yayımlanan Dr. Kürşat Korkmaz’ın “Trump Dönemi ABD Politikaları ve Biden Döneminden Beklentiler” başlığındaki raporunda ABD’nin bu stratejisini ‘izolasyonculuk ve liberal kurumsalcılığın’ karışımı olarak betimlemiştir. Türk siyaset kurumu karar alıcıları hariciye siyasetlerini Afganistan’ın tekrardan Taliban’a bırakılması ve ABD’nin mevzilenme stratejisine göre okuyup uygulamalıdırlar. Bizlerse sosyal ve siyasal yaşamımızın derinden etkilendiği bugünlerde gözümüz dört açmalıyız. Güven iyidir, güvenmemek daha iyidir. Fikriyle yaşamımızı devam ettirmeliyiz. 

Afgan Göçmenler

Kaderimiz olan coğrafya bir nevi batı ile doğu arası koridor ve geçiş kapısıdır. Bu sebeple de Ortadoğu ve Asya üzerinden gelen mülteci ve göçmenleri hem geçiş hattı hem de bekleme sahası konumundayız. Suriyeli mültecilerin durumu ortadayken, ülkemize Afgan mülteciler de kaçak yollardan giriş yapmaktadır. Aman dileyen düşene el uzatmak kimliğimizin ana göstergelerinden biridir. Lakin laik ve sosyal hukuk devletimiz Cumhuriyetimiz zarar görecekse misafirlikte ev sahipliği de bir yere kadardır. Hal böyle olunca ülkemizdeki mülteci misafirlerimizin yasal durumları ve gelecekteki pozisyonları siyaset kurumunun marifetiyle çözülmeli ve gelecekleri planlanmalıdır. 

Necip Fazıl Kısakürek’in insan yaşamı ve olayların bizleri etkilediği anı betimlemek için kullandığı güzel bir sözü vardır. ‘’Kader denk noktası’’ kaderimiz kırılma ve yoluna devam etme noktasından geçmektedir. Devlet ve millet olarak sağ duyu ve akılla süreci kontrol ederek geleceğe yürümeliyiz. 

Kalın sağlıcakla… 

Kitap: ABD eski Ulusal Güvenlik Danışmanı olan Mayıs 2017’de vefat eden, Polonya kökenli siyaset bilimci Zbigniew Brzezinski’nin kaleme aldığı Amerika’nın küresel üstünlüğünü ve bunun jeostratejik gerekliliklerini anlattığı ‘’Büyük Satranç Tahtası’’ adlı kitabı okumanızı öneririm.