Yeni yılın ikinci yazısıyla merhaba.
Ocak ayının yeni yıl heyecanı ve yeniliğinin gittiği, dönem tatilinin rehavetinin kaybolduğu, ‘yeni dünya’ ile yüzleştiğimiz aydır Şubat. Genel olarak yazılarımda soru sormanızı sağlamak, ufuk açmak, az da olsa kibrit ateşinin ışığı kadar önünüzü görmeye çalışacak yazılar kaleme almaya çalışıyorum.
Bu yazımda gündemimizin ana konusu olacak olan dünyadaki tüm gözlerin üzerinde olduğu, insanlık tarihi kadar eski acı ve gözyaşlarına ev sahipliği yapan “Doğu Akdeniz ve Ortadoğu” olarak tanımlanan kimine göre kutsal, kimine göre lanetli toprakları sözcüklerin izin verdiği ölçüde ifade edeceğim.
Asya ile Afrika kıtalarının tam ortasında yer alan Akdeniz dünyanın merkezindeki en sorunlu ve kritik bölgedir. Roma İmparatorluğu Akdeniz’i stratejik bir ulaşım ve kontrol aracı olarak değerlendirerek imparatorluğunu büyük coğrafyalara ulaştırmıştır.
Roma İmparatorluğu’nda olduğu gibi Osmanlı için Akdeniz hakimiyeti ticaret, güvenlik ve kültürel etkileşim için çok önemli olmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu Akdeniz’i geçerek 1492’de Endülüs Emevi Devleti’nin düşüşünden sonra Batı’nın sömürge tehdidi altına giren Kuzey Afrika’ya hâkim olmuştur.
Bu hakimiyetin tezahürü günümüzde Libya’yla Cumhuriyet Türkiye’sinin anlaşmasına sebeptir. ‘Neden varız?’ diyenlere tarih, cevap niteliğindedir.
Akdeniz ve Ortadoğu siyasetinin önemli bir ülkesi de İsrail’dir. Osmanlı 20. yy başlarında Libya, Filistin, Lübnan ve Suriye topraklarını kaybetmiştir. Bu toprak kaybı sonrası bölge hakimiyetini ele geçirmek isteyen batılı ülkeler, 1917 tarihli Balfour Deklarasyonu ile bölgenin merkezinde bir nevi batının ileri karakolu olacak olan İsrail’in kurulmasını onaylamışlardır. Batı bölgeye uydu devlet İsrail’i kurarken Osmanlı Devleti Misak-ı Millî Deklarasyonu ile Arap halklarının özgürlüğünü savunmuştur. Bu hamle iyi okuduğunda Misak-i Millî, Osmanlı Devleti’nin Ortadoğu halklarının bağımsızlığını bölge topraklarını geri almaktan daha öncelikli gördüğü anlaşılmaktadır.
Osmanlı Devleti yıkılınca batı nezdinde Şark Meselesi çözüme ulaşmış ve bölgenin adı bizzat sömürgeci güçler tarafından Ortadoğu olarak tanımlanmıştır. Bu sebeple bugünkü Ortadoğu geçmişteki Osmanlı coğrafyasının önemli bir bölümünü kapsamaktadır. Bu tanımlama bahsi de ‘Ortadoğu’da ne işimiz var?’ sorusuna tarihsel bir cevaptır.
Osmanlı Devleti sonrası süreçte batılı güçler Fransız ve İngilizler 1916’da Sykes-Picot Anlaşması ile bölgeyi istekleri doğrultusunda pay etmek istemişlerdir. İngilizler Arap Yarımadası’nı Şerif Hüseyin’e vaat ettikleri halde Suriye ve Lübnan’ın Fransa tarafından işgaline sessiz kalmışlardır.
Bu hamle ve sonraki süreçte günümüze kadar Doğu Akdeniz (Levant ve Mısır) bölgesi de Batı’nın Ortadoğu stratejilerinde önemli yer tutmaktadır.
Doğu Akdeniz’in Ekonomik ve Stratejik önemi
Osmanlı için Akdeniz hakimiyeti güvenlik, ticaret ve kültürel etkileşim acısından çok önemli olmuştur. 19.yy sonlarında Süveyş Kanalı’nın inşasıyla bölge ile Uzak Doğu arasında bir bağ kurulmuş ve bu durum bölgeyi daha da önemli hale dönüştürmüştür. Batı adına ileri karakol görevi gören İsrail’in Afrika ile Asya’nın ve Akdeniz ile Kızıldeniz’in buluşma noktasında kurulması bölge öneminin güncel siyasette yerini koruduğunun göstergesidir.
Akdeniz, Avrupa’nın Ortadoğu’nun Afrika’nın güvenliği için önemli olduğu gibi son dönemde burada keşfedilen doğal gaz kaynakları ve Çin’in “Bir Kuşak Bir Yol” projesi bölgeyi yeni bir güç mücadelesine dönüştürmüştür.
Bu önemli coğrafyada Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve İsrail, Mısır’ında desteği ile Doğu Akdeniz’deki gaz ve diğer stratejik imkanları kendi çıkarlarına kullanmak için Doğu Akdeniz’de Türkiye’ye karşı bir oldu bitti oluşturmaya çalışmaktadır. Bu faaliyetle Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin haklarını yok saymak istemektedir.
Diğer önemli bir hususta İsrail, Filistin halkının Lübnan ve hatta Suriye’nin Akdeniz’deki çıkarlarını gasp etmektedir. İsrail ve Batı’nın güdümünde olan Mısır’daki darbe yönetimi Sisi’de Akdeniz’de İsrail ve Yunanistan’a tavizler vererek Ortadoğu halklarının çıkarlarının ihlal edilmesini sağlamaktadır.
Ortadoğu ve Doğu Akdeniz başta Arap Baharı marifeti ve diğer istihbarat faaliyetleriyle istikrarsızlaştırılmak ve zenginlikleri yağmalanmak istemektedir. Doğu Akdeniz’e komşu olan Ortadoğu ülkelerinin günümüzdeki kaderi enerji yatakları ve nakil yollarının paylaşılması üzerine kuruludur.
Osmanlı’nın son subayları Cumhuriyet Türkiye’sinin ilk komutan ve devlet adamları günümüz siyaset kurumu coğrafyanın en hassas ve kırılgan bölgesinde yer almak zorundadırlar.
Bu sebeple Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi üyeleri, görev yetkileri alanında bölgede aktif olarak yer almaktadırlar. Kuzey Kıbrıs’a konuşlanan SİHA ve İHA’lar, Rum Siyaseti ve Yunanistan İsrail’in EastMed anlaşmasına karşı atılan Libya mutabakatı günümüz koşul ve şartları dahilinde olmazsa olmaz hayati önemdedir.
Cumhuriyet Türkiye’si, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’in yükünü çeken, kodlarını bilen, edilgen olmaktan kendini 17/25 ve 15 Temmuz’da kurtaran, bölgenin etken devletidir.
2020 yılı içerisinde genel siyaset ve ticari yaşamımız için takip edilmesi şart olan bölge Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’dir. Günlük haberlerde kulağınıza küpe olması için yukarıdaki satırlar zihin dünyamızda aydınlatma fişeği niteliğinde anahtar cümlelerdir.
Tarih ve güncel siyaset insan ve gölge gibidir. Bazen önünde, bazen arkasında ikisi birbirini takip etmektedir.
Bilgisiz fikir sahibi olmamak adına kalın sağlıcakla.
Kitap: Hristiyanlığın başlangıcından günümüze kadar Ortadoğu’nun iki bin yıllık tarihini dünyaca ünlü tarihçi Bernard Lewis’in etkileyici bir dille anlattığı “Ortadoğu” adlı eserini okumanızı tavsiye ederim.