Devlet, toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal bakımdan örgütlenmiş millet veya milletler topluluğunun oluşturduğu tüzel varlıktır. Kıbrıs adasında toprak bütünlüğünü koruyan, iki farklı milletin oluşturduğu siyasal örgütlerle tüzel kişilik kazanan iki farklı devlet vardır. Bir tanesi Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC), diğeriyse Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY)’dir. İkisinin de seçilmiş devlet başkanları, halkın oyuyla teşkil olmuş parlamentoları, bağımsız mahkemeleri ve siyasal ve fiziki coğrafyasını koruyacak silahlı kuvvetleri mevcuttur. Yakın siyasi tarihimize baktığımızda Kıbrıs adası Akdeniz’de devlet olmanın tüm zorluklarını kan ve gözyaşı dökerek yaşamıştır.
***
Akdeniz jeopolitiği, uluslararası siyasette bölgesel veyahut küresel anlamda dünya gündeminde yer edinecek önemli alanlardan birisidir. Birinci Cihan Harbi sonrası bölgenin jeopolitik önemi ve doğal kaynaklarının varlığıyla İngiltere ve Fransa’nın kendi çıkarları doğrultusunda belirlediği politikalar, günümüzde Akdeniz’deki sorunların katlanarak büyümesinin en önemli etkenlerindendir. Akdeniz sorunlar yumağının bir diğer nedeni de soğuk savaş döneminde Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Sovyetler Birliği’nin Akdeniz ve Ortadoğu’yu dış politika öncelikleri arasına yerleştirip bölge özelinde bir güç mücadelesi içine girmiş olmalarıdır.
***
Akdeniz siyasi tarihinin getirdiği zorluklara ilave olarak da 2000’li yılların başından itibaren Akdeniz’de keşfedilen doğal kaynak rezervleri, bölgenin güvenlik yapısını farklı bir boyuta taşımıştır. Bahse konu kaynaklar, devletler arası düzeyde ekonomik ve siyasi çıkar çatışmalarının artmasına ve bahse konu aktör ülkelerin Akdeniz’de nüfuz alanını arttıracak oyunlara girişmesine sebep olmuştur.
***
Devlet ve milletlerin bitmek tükenmek bilmeyen ihtiyaçlarının karşılanabilmesi için doğal gaz ve petrol gibi geleneksel enerji kaynaklarına olan taleplerin hızla artması, bölgesel gerginliklerin tırmanmasının önünü açmıştır. Akdeniz’e komşu ülkelerde 2010 yılında başlayan Arap Baharı süreci siyasi ve ekonomik açıdan vuku bulduğu ülkelerde ve Akdeniz siyasetinde önemli değişimlere sebep olmuştur. Bu dönemde bazı Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkeleri siyasi ve toplumsal yönden istikrarsızlaşmışlardır. ABD ve Rusya bu istikrarsızlaşma sürecinde bölgede etnik, dini ve toplumsal yapıları hiçe sayarak yaklaşımlarını belirlemiş ve devletlerin güvenlik algısının daha da karmaşık hâl almasına sebep olmuştur.
***
Bahse konu ülkelere ilave olarak Ortadoğu’da özellikle İran ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin Rusya ve ABD desteğini alarak silahlandırdığı paramiliter gruplar ve desteklediği siyasi kurgularla güvenlik tehdidinin artmasına ve devlet dışı kontrolsüz güçlerin doğmasına sebep olmuştur. Bu istikrasız güç savaşı ve konvansiyonel olmayan muharebe metotları Akdeniz’de devlet olmanın zorluklarını arttırmıştır.
Türkiye’nin rolü
Türkiye bu kontrolsüz ortamdan Akdeniz’de gerek askerî ve ekonomik gücüyle gerekse yumuşak gücü ve yürüttüğü kamu diplomasisi ile bölgedeki en büyük güçlerden birisidir. Türkiye, fiili olarak olarak 2006 yılında başlattığı ‘Akdeniz Kalkanı Harekâtı’ ile bölgede aktif bir politika yürüterek KKTC’yi ve kendi haklı menfaatini savunmuştur. TPAO’na verdiği ruhsatla mavi vatanda kaynak arama faaliyetlerine başlamıştır. Türkiye ve KKTC, Akdeniz’deki mevcut konumunu Barbaros Hayrettin Paşa sismik araştırma gemisi, Yavuz ve Fatih isimli sondaj gemileriyle konsolide etmiştir. Türkiye – Libya arası imzalanan deniz yetki alanları anlaşmasıyla da Türkiye ve KKTC’ye yönelik hukuk dışı yaklaşımlara set çekmiştir.
Akdeniz’de devlet olmanın sorumluluk ve yükünü, yukarıda bahse konu özetle idrak etmek şarttır. KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ve muhtemel kurulacak UBP hükümeti ve Kıbrıs Türk siyaset kurumu yükünün ağırlığını bilerek hareket etmelidir. Akdeniz’de devlet olmak siyasi ve ticari ikballerin önünde güvenlik ve beka algısıyla Türkiye – KKTC ortak adımlarıyla mümkün olacaktır.