Merhaba güzel Aydın, ilk merhabanın üzerinden bir aylık bir zaman geçti. Bu süre içerisinde umarım merhabanın güzelliğinde aileniz, sosyal ve iş çevrenizle Türk çayımız ve kahvemiz eşliğinde güzel sohbetler yapmışsınızdır. 2017 takvim yılının ilk ayında, ilk gece yaptığımız dilek ve temenniler doğrultusunda Ocak ayı ömrümüzde güzel bir ‘an’ olarak kalmıştır. Çünkü insan ömrü bir o kadar hızlı ve yoğun geçtiği için güzel olan ayrıntıların gözümüzden kaçma ihtimali çok yüksektir. Her anı güzel ve anlamlı yaşayarak hiçbir şeyi kaçırmadan yaşamımızı sürdürelim. Ben bu satırları yazarken sizlerden uzakta Amerika Birleşik Devletleri’nin başkenti Washington D.C.’deyim. ABD’nin 45. Başkanı Donald J. Trump’ın yemin töreni için buradayım.
***
Ocak sayımızdaki yazımda Ocak ayı içerisinde iki önemli olayı kaçırmadan izlememiz ve takip etmemiz gerektiğini söylemiştim. Bunlardan ilki Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti için varlık mücadelesi mahiyetinde geçecek olan 9-12 Ocak 2017 tarihlerinde Cenevre merkezde gerçekleştirilen ‘Kıbrıs Konferansı’dır. Diğeri ise ABD Başkanlık devir teslim törenidir. Bu iki gelişme direk olmasa da dolaylı yollardan bizlerin evinin içinde yaşanacak fakat farkında olmadığımız olaylara sebep verecek kadar önemlidir. Ülkemizin huzur ve refahını, ekonomik ve uluslararası ilişkiler çalışmalarını direk etkileyen süreçlerdir. Bu bağlamda sırası ile konuyu yorumlamak ve düşünmenize sebep olmak istiyorum.
9-12 Ocak Kıbrıs Cenevre görüşmeleri
Yarım asrı bulan siyasi coğrafyamızın ana konularından birisi de ‘Kıbrıs Sorunu’dur. Rahmetli Rauf Denktaş, Dr. Fazıl Küçük ve arkadaşlarının ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gayreti ve anlamlı mücadelesi ile Kıbrıs adasında bir Türk Devleti kurulmuştur. 1960’lardan itibaren KKTC kurulana kadar, Kıbrıs Türk’ü Rum terör örgütü EOKA’nın zulüm ve ölümle sonuçlanan saldırıları ile karşı karşıya kalmış yaşam ve ölüm mücadelesi vermiştir.
Türk Silahlı Kuvvetleri o zamanın şartlarında başaramaz dedikleri ‘deniz aşırı’ ilk askeri çıkarması ile 1974 yılında ‘Mutlu Barış Harekâtı’ diye isimlendirilen 20 Temmuz sabahı adaya ayak basması ile Kıbrıs sorununa merhem olmuş ve adadaki kan ve gözyaşı Mehmetçik ile bir günde son bulmuştur. Sonrasında 15 Kasım 1983’te KKTC ilan edilmiş ve günümüze kadar süren tanınma ve Rum müzakereleri devam etmiştir. Bu süreç içinde KKTC’nin tanınması için dönemin Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan’ın adıyla anılan Annan Planı uygulanmış, yapılan referandumda KKTC ‘Evet’ Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ‘Hayır’ demiştir. Bu oylamayla 50 yıldır hakları alınan Kıbrıs Türk’ü tekrardan mağdur olmuş. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Avrupa Birliği’ne alınmış, Kıbrıs Türk’ü anavatan Türkiye ile tekrardan kaderine terk edilmiştir. 2015 yılında seçilen KKTC’nin 4. Cumhurbaşkanı Sayın Mustafa Akıncı ile Kıbrıs müzakereleri 15 Mayıs 2015’te tekrar başlamıştır. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile BM gözetiminde ara bölgede görüşmeler yapılmış ve sırası ile New York BM zirvesine taşınmış ve devamında İsviçre’nin Mont Pelerin bölgesinde bir hafta ara ile ikili görüşmeler sürmüştür. Sonrasında 1 Aralık 2016’da Kıbrıs’ta BM evindeki yemekli toplantı ile görüşmeler 9-12 Ocak’ta Cenevre merkezine taşınmıştır. Burada tarafların görüşmeleri sonrasında Kıbrıs’a garantör ülkeler Türkiye, İngiltere ve Yunanistan’ında katıldığı konferans ile müzakereler sürmüştür. Müzakerelerin bam teli niteliğindeki “Garantiler ve Güvenlik” konusu “Siyasi Eşitlik” ve “Toprak Tanzimi” gibi konularda bir sonuç çıkmamış ve görüşmeler şu an hala devam eden teknik personel seviyesine düşmüştür. Türkiye heyeti kırmızı çizgilerini belirtmiş Kıbrıs Türk’ünün garantisi Mehmetçik’in adada ilelebet kalacağını beyan etmiştir. Transatlantik üst akıl oyunlarına Kıbrıs’ı harcatmayacağını beyan etmiş ve Kıbrıs Türklerinin yüreğine su serpmiştir.
ABD Başkanı Donald J. Trump
Dünyamız ‘2. Cihan Harbi’ sonrası, dünya siyasi coğrafyasının genelini etkileyen konvansiyonel bir savaş ile karşılaşmamıştır. Avrupa kıtası, İkinci Dünya Savaşı’nın yıkıntılarını hızla tamir etmiş modern dünyada başı çeken ülkeleri içerisinden çıkararak para politikası ve uluslararası ilişkilerdeki yerini almıştır. 1950’lerin sonrasında bu devletler kendilerine gelmeye başladıkları anlardan itibaren alışıla gelmiş savaş metotları yerine sanayi ve askeri casusluklar, suikastlar, siyaseti etkileyecek halk ayaklanmaları gibi metotlar ile Soğuk Savaş’ı yaşamışlardır. Kıta Avrupa’sında vuku bulan bu olayların baş aktörleri ABD ve Rusya’dır. Rusya’nın sıcak denizlere inme ve siyaseten yayılma politikası ABD’yi Avrupa kıtasında müttefiki ülkeler ile faaliyet göstermeye itmiş Soğuk Savaş metotları ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği yıkılana kadar mücadele etmiştir. Bu mücadelesi sinema filmlerine dahi konu olmuştur. Boks ringlerinde ABD ile SSCB’nin amansız mücadelesi ekranlara yansıyıp psikolojik üstünlük için kullanılmıştır. Ülkelerin birer birlik altına girmesi ile bu savaşın gözle görünmeyen cepheleri oluşmuştur. SSCB ve fikir birlikteliği yaptığı ülkeleri 14 Mayıs 1955’te kurulan Varşova Paktı Örgütü temsil etmiştir. ABD ve müttefikleri de Kuzey Atlantik Anlaşma Örgütü (NATO) şemsiyesi altında toplanarak soğuk savaşın diğer parçasını oluşturmuşlardır.
Almanya’yı Doğu-Batı diye ayıran Batı Devletleri arasında ‘utanç duvarı’ diye tabi edilen Berlin Duvarı’nın yıkılması ile başlayan ve 25 Aralık 1991’de SSCB Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov’un istifası ile dağılan SSCB’yle. Soğuk Savaş’ın galibi de NATO şemsiyesi altında toplanan ülkeler ve ABD olarak tescillemiştir.
Konvansiyonel savaş sonrası ‘Soğuk Savaş’ metotları ile kazanılan bu savaşta ABD hegemonyası ortaya çıkmıştır. NATO ile ABD, ülkeler üzerinde faaliyetler yapmış, ‘üst akıl’ rolü ile etkileyebildiği kadar dünya devletini etkisi altına almıştır.
Bu etki altındaki ülkelerde ABD, Sam Amca sıfatı ile anılmış ve tarif edilmiştir. Sam Amca’yı real politikte ABD Başkanının temsil ettiğini düşündüğümüzde yeni Sam Amca Donald J. Trump’tır. Neo-liberal politikaların temsilcisi küresel sermayenin yöneticisi Hüseyin Barack Obama sonrası Başkan Trump ‘ulus devleti’ savunan milli para politikaları ile yeni dünyayı yönetecektir.
20 Ocak’ta ABD Başkanlık yemin törenini ve sonrası yaşanan süreci yerinden izlediğim için diyebilirim ki Başkan Trump’ın işi hiç de kolay değildir. Kampanya sürecinde göçmenler ve kadınlar için söylediği sözler, yemin töreninin hemen sonrasında ve ertesi günlerde halkın sokaklara çıkarak protestolar etmesine sebep vermiştir. Beyaz Saray’ı çevreleyen ana caddeler çöp kamyonları ve askeri araçlar ile kapatılmış göstericilerin yaklaşmaları engellenmiştir. İleri demokrasi bu olsa gerek. Kısacası yeni Sam Amca Trump’ın durumu hiç de iyi değildir. 200 milyon Dolar harcanarak hazırlanan tören alanı boş kalmış. Ertesi gün aynı alanda yapılan Başkan Trump karşıtı gösteriler çok daha fazla kalabalıkla toplanmıştır.
Bu konular ABD’nin iç meseleleridir. Amerikan demokrasi tarihi zor bir sınavdan geçmektedir. ‘Amerikan Rüyası’ kabusa da dönebilir, güzel pembe bir hayal olarak devam da edebilir. Bizi ilgilendiren konu ise, Obama döneminde ABD’nin ülkemizi yakından tehdit eden PYD/YPG terör örgütleri ile olan ilişkisi ve ülkemize 15 Temmuz’u yaşatan ABD’nin Pennsylvania eyaletinde yaşayan FETÖ lideri Fethullah Gülen’in ülkemize iade sürecidir. Bu iki siyasi olay Türkiye – ABD ilişkileri için önemlidir.
Kitap:
İngiliz yazar George Orwell gerçek adı Eric Arthur Blair’in başka bir önemli kitabı olan “1984” adlı eserini okumanızı ve eserdeki ‘büyük birader’i iyi tahlil etmenizi tavsiye ederim. Belki de kendi dünyanızın büyük biraderini görürsünüz.