Bazı tanımları yapmak konuyu ve önemini anlamamız bakımından iyi olacağı kanaatindeyim. Devlet, toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal bakımdan örgütlenmiş millet veya milletler topluluğunun oluşturduğu tüzel varlıktır. Kanunlar ile belirlenmiş yasaları ve kurumları vardır. Anayasası vardır. Anayasa, ülke üzerindeki egemenlik haklarının kullanım yetkisinin içeriğinde belirtildiği şekliyle devlete verildiğini belirleyen toplumsal sözleşmelerdir. Bütünü sağlayan, koruyan, kollayan, kanunları üzerinde bağımsız mahkemeleri vardır. İnsan hakları evrensel hukuk kuralları sayesinde düzen işler ve korunur. Ülkemizde Yüksek Mahkeme Başkanlığı vardır. Bu en yüksek mahkemedir ve aldığı kararların üstüne başka kurum kararı yoktur. KKTC yasalarına göre, mahkeme emrine riayetsizlik ceza yasalarına göre suçtur. Bu bağlamda Kuzey Kıbrıs’ta faaliyet gösteren, çalıştığı sektörün liderlerinden olan Mehmet Çangar’ı ziyaretim sırasında “Benim bir derdim var” diye başladığı hikayesini kamuoyu ile paylaşmak, işin özündeki derdin hepimizin derdi olduğunu belirtmek isterim. Mehmet Bey, konunun yabancısı olduğum için konuya tanımlar üzerinden başlıyor. KKTC’nin Türkiye Cumhuriyeti ile yapmış olduğu genel protokoller neticesinde Türkiye’nin dahil olduğu Gümrük Birliği Anlaşması’na KKTC’nin de dahil olduğunu, hatta T.C.-KKTC arası imzalanan 8 Ağustos 2003’teki “Gümrük Birliği ve Çerçeve Anlaşması” ile AB’den gelen bir ürünün KKTC gümrüğüne sadece KDV ödeyerek işlem yapılması gerektiğini söylüyor. Bu anlaşma ile de KKTC Avrupa Birliği “Serbest Bölge Ticaret Antlaşması”na tabi olduğunu ve AB mevzuatının uygulanması gerektiğini belirtiyor. Bu tanımlara Mehmet Bey son bir tanım ile kendi derdini anlatıyor. O tanım da ATR seyahat belgesi: “Türkiye ve Avrupa Topluluğu arasında imzalanan Gümrük Birliği anlaşmasınca serbest dolaşım halinde bulunan malların ihracında, gümrük muafiyetinden yararlanmak amacıyla ihracatçı tarafından düzenlenen belgedir.” diyor.
Mahkemeyi kazandı
Otomotiv sektöründe faaliyet göstermesini ve sattığı, ihraç ettiği araçların AB ülkesi olan Almanya’dan geldiğini ve hepsinin doğal olarak ATR belgeli olduğunu belirtiyor. Ama derdinin 2005 yılında başladığını ve dönemin gümrük müdürünün ATR belgesinin KKTC’de geçerli olmadığı iddiasıyla fazla gümrük ve vergi uygulanması yüzünden sorunlarının başladığını belirtiyor. Hukuk mücadelesini 2007 yılında Yüksek mahkeme nezdinde kazanıyor. O güne kadar alınan fazla vergileri de Maliye Bakanlığı’ndan geriye alıyor. Mahkeme kararı sonrası AB mevzuatı uygulanmaya başlıyor ve ATR belgeli araçlar adaya girmesi gerektiği gibi giriyor. Bu sorunun süreç içerisinde hep yaşandığını, 2009 yılında tekrar Gümrük Müdürlüğü’nce ATR belgesinin görmezden gelindiğini ve uygulamanın tekrar eskiye döndüğünü belirten Çangar, yasal avukatların müdürlüğe konuyu aktarması ile, ilgili konu tekrar AB mevzuatına uygun hale gelir. Sürecin böyle kayıkçı kavgası gibi gelip gittiğini belirtiyor Çangar ve devam ediyor: “Bu sırada Gümrük Müdürlüğü’ne Mustafa Çobanoğlu atandı ve mevzuatı 7-8 ay sonra tekrar görmezden geldi, eski şeklini aldı. Mahkeme kararı keyfi bir şekilde uygulanmadı, uygulanmıyor.”
Cevap bekleyen sorular
Mehmet beyin anlattığı hikaye ancak Muz Cumhuriyeti’nde olacak şekilde uzayıp gitmektedir. Sorun büyüktür. Özelde bakıldığında bireysel bir mücadele gibi görünse de devlet olma iddiamızın olduğu göz önüne alındığında sorun hepimizin sorunudur. Şimdi sormak istiyorum: Tesadüfen duyduğumuz bu sorunun çözümü kimdedir? Yüksek Mahkemenin kararının niçin ilgili Müdürlük yok hükmünde görmektedir? Mahkeme kararı öncesi uluslararası bir anlaşma niçin haklılığı için yerel mahkemeye gitmek zorundadır? Biz girmek için uğraştığımız, çözümün yolu olan AB’yi yok hükmünde görüyorsak neden çözümü AB kapısında arıyoruz?